HZİ Dosyası #2 - HZİ'nin kobayları (Nokta dergisi 17 Mart 1985)
Bu yazı 17 Mart 1985 sayılı Nokta dergisinde Semra Somersan ve Güldal Kızıldemir imzasıyla yayımlanmıştır. Araştırmanın ilk kısmı burada.
Nokta, HZİ olayı düğümünün son halkasını çözdü ve vakfın "insan kobayları"yla konuştu. Bir süre önce yapılan deneylerde kobaylık yapan gençler, belki de geç kalmış bir tedirginliğin içindeydiler.
Sağlıklı gönüllüler. Murat, Bahri ve Mehmet hafta içinde bir gün okulu kırarak Vakfa sağlık muayenesinden geçmeye gittiler. Elektrolar çekildi, kan ve idrar tahlilleri yapıldı, tansiyonları ölçüldü, ateşleri alındı. Tahlil sonuçları gösteriyordu ki, Murat ve Mehmet turp gibiydiler, HZİ ilaç araştırması için “sağlıklı gönüllü” olabilirlerdi. Bahri’ye gelince, maalesef deneye katılamayacaktı. Gönüllü olmasına gönüllüydü ama gastrit teşhisi konduğu için yeteri kadar sağlıklı sayılmazdı.
Araştırmaya kabul edilen iki arkadaş bir pazar sabahı arka kapıdan Vakfa alındılar. Kendilerine verilen formları doldurdular. “Anne-baba adları, doğum tarihleri, adresleri, varsa telefon numaraları filan.” Peki, kendilerine deneye kendi rızalarıyla katıldıklarına dair bir belge de imzalatılmış mıydı? İki arkadaş bunu hiç hatırlamıyorlardı. “Öyle bir şey olmadı” diyordu Murat, “Olsaydı herhalde unutmazdım.”
Vakıfta kendilerini güleryüzlü bir bayan karşıladı ve içmeleri için beyaz bir hap verdi. İlacın uykusuzluk gibi bir yan etkisi olabileceğini, bunun dışında hiçbir sakıncası olmadığını söyledi. İlacı aldıktan bir saat sonra gençlerin giriş katındaki büyük EEG makinesinde beyin elektroları çekildi. Sonra bir daha, sonra bir daha. Elektro işlemi akşama kadar dört-beş kez tekrarlandı. Ancak EEG çekilmeden önce yapılan uyanlar değişiyordu. İlacı aldıktan sonraki ilk çekimde “Sanki uykudaymış gibi beyninizi boşaltın, rahat olun, hiçbir şey düşünmeyin” deniyordu. Daha sonraki çekimde ise dikkat ve refleks üzerinde duruluyor, verilen sinyali duyar duymaz gösterilen düğmeye basmaları isteniyordu. Arada kalan boş zamanlarda ise gençler kendilerine çok iyi davranan Vakıf görevlileriyle sohbet ediyor, dama ve tavla oynuyor, öğleden sonraları maç dinliyor ve akşam saatlerinde de birlikte alıp pişirdikleri günün ilk yemeğini yiyorlardı.
Sekiz hafta boyunca hep aynı işlemler tekrarlandı. Vakıfta kendilerine önce artan sonra azalan dozlarda ilaç verdiler, (ya da öyle olduğunu söylediler). Gençler bu arada HZİ hakkında epey bilgi sahibi olmuşlardı. Vakfın yöneticisi yaşlı bir bayandı. Merkezi Amerika Birleşik Devletleri’ndeydi. Kendilerine ilaç araştırmalarının Türkiye’de yapıldığı ve sonuçlarının Amerika’ya gönderildiği söylendi.
Sekiz haftalık araştırma boyunca hiçbir rahatsızlık duymamışlar mıydı? “Hayır” diyordu Mehmet, “Üstelik merkezi Amerika’da olduğu için kendimi çok güvencede hissettim. Murat’la aramızda belki Amerika’dan teklif gelir oraya da ucuz kobay olarak gideriz diye şakalaşıyorduk.” Tek şikâyetleri her pazar akşamı elektrotları kafalarına yapıştırmak için kullanılan diş macununu saçlarından nasıl temizleyecekleriydi.
Sekiz hafta çabuk geçti. Son seansta kendilerine bir zekâ ve hafıza testi uygulandı. Normal oldukları söylendi ve emeklerinin maddi karşılığını aldılar.
İki arkadaş içtikleri ilaçlar karşılığında aldıkları parayı iki günde yiyecek ve bu konuyu geçmişe gömeceklerdi. Artık böylesi deneylere katılmaya pek niyetleri yoktu. Sekiz yıl önce araştırmaya kobay olmayı para ve macera için kabul etmişler ve arkadaşlarının babasından kendilerine bir kötülük gelmeyeceğini düşünmüşmüşlerdi. Ancak, Nokta’da CIA’nın ABD ve Kanada’da yürüttüğü ilaç araştırmaları sonucu yıllar sonra sakat kalan kobayların öykülerini okuyunca düşünmeye başladılar. Acaba tehlikeyi tümüyle atlatmışlar mıydı? Günün birinde beklenmedik bir zaman ve biçimde ismini bile bilmedikleri küçük beyaz yuvarlak haplar yaşamlarını değiştirecek miydi?
Mehmet ve Murat nasıl bir araştırmada kobay olarak kullanılmışlardı? Üzerlerinde hangi ilaçlar denenmişti? Gençler araştırmaya katılmadan önce rızalarının alındığını belirten bir belge imzalamışlar mıydı? Bunu araştırmak için Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Muazzez Çığ’a ve HZİ Vakfı’na defalarca telefon eden Nokta muhabirleri, karşılarında vakfın sekreterinden başka kimseyi bulamadılar. Sekreter hanım da bu sorulara yanıt veremiyordu. Mehmet ve Murat’ın katıldığı ilaç araştırmaları konusunda kesin bilgi almak için Gayrettepe’deki HZİ Vakfı’na giden Nokta muhabirleri önce içeri alınıyor fakat kimlikleri anlaşılır anlaşılmaz adeta kapı dışına çıkmaya zorlanıyorlardı. Vakfın İdari ve Mali İşler Müdürü Rahmi Kaya Nokta muhabirlerini Vakfı terk etmeye zorlarken “Ne arıyorsunuz burada?’’ diye soruyordu, “Ne araştırıyorsunuz? Yaptığınızı kendiniz beğeniyor musunuz? Lütfen derhal dışarı çıkar mısınız?’’
Yeni ilaç, insan denek
Türkiye’de insan denekler üzerinde yapılan ilaç araştırmaları, Batı’da genel kabul görmüş ilkeler çiğnenerek yapılıyor.
Bu çalışma, ISF-2522’nin insanlarda ne gibi bir etkisi olduğunu saptamak amacıyla yapılmıştır.” Prof. Turan İtil ve arkadaşlarının 1979 yılındaki Psikiyatrik ve Nörolojik Bilimler Kongresi’nde sunduğu tebliğde böyle deniyordu. Araştırma, kimyasal bir madde olan ISF-2522’nin merkezi sinir sistemi üzerindeki etkisini ortaya koymak amacıyla normal gönüllülerde tek doz verilerek yapılmıştı. Tebliğin özetinde, ISF-2522’-nin hafızaya etki yaptığı belirtilmekte ve kimyasal madde, ilaç olarak Pirazetam ve dekstroamfetamine benzetilmekteydi.
Unutkanlık ve bunama hallerinde kullanılan Pirazetam bugün piyasada satılıyor. Ve prospektüsünde hiçbir yan etkisi olmadığı belirtiliyor. Ancak dekstroamfetamin adındaki ikinci ilacın satışı Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklanmış durumda. Aşırı uyarıcı olan, alışkanlık yapan bu ilacın akıl hastalıklannı ortaya çıkartabildiği biliniyor. Nokta’nın amfetamin grubu ilaçlar konusunda görüşüne başvurduğu Psikiyatr Doktor Ergon Mengi, 1974 yılında yapılan bir kongrede, bu konuda bir tebliğ sunmuştu. Mengi, amfetamin grubundan zayıflama için kullanılan Pat isimli bir ilaç üzerine araştırma yapmış ve Pat’ın 15 vakada şizofrenik reaksiyonlar ortaya çıkardığını saptamıştı. Araştırmanın Dünya Sağlık Örgütü’ne de yansıması sonucu, örgüt ilacı yasaklayıcı bir bildiri hazırlamıştı.
Psikotrop ilaçlar. “Psikotrop, yani ruhsal yapıyı etkileyen ilaçlar, iki ucu keskin kılıç örneği, yöneldiği yana doğru etki gösterir” diyordu Psikiyatr Doçent Dr. Ataman Tangör. “Dikkatli kullanıldıklarında akıl hastalıkları ve kaygı durumlarında insanı yaşama döndürürken, sağlıklı ve bazı yatkın kimselerde uyuşturucu, zihni ve bilinci bulandırıcı etkiler yaparlar. Son yıllarda bu alanda yapılan yoğun çalışmalar, uyuşturmadan bilinci etkileyen ve değiştiren ilaçların bulunmasına yöneliktir. Yani başka bir deyişle bunlar, lobotomi gibi beyne doğrudan müdahalede bulunmadan, insan düşüncesinde ve beyninde kalıcı değişimler yapan harika ilaçlardır.”
HZİ Vakfı’nın yaptığı ilaç araştırmalarına katılan deneklere de psikotrop ilaçlar verilmekteydi. Ancak, Nokta’nın başvurduğu psikiyatr ve nörologlar araştırmaya denek olarak katılan gençlerin niteliğini ve dozunu bilmeden aldıkları ilacın etkileri konusunda kesin bir bilgi veremiyor ama psikotrop ilaçların yıllar sonra ortaya çıkabilmek yan etkileri olduğunu söylüyorlardı. Depresyon vakalarında kullanılan hemen hemen bütün ilaçların (antidepresanlar) uzun kullanımlarda beyin, kabuğunda erimeye yol açtığı bugün artık bilinen bir gerçek. Yıllar yılı üzerlerince araştırmalar yapıldığı ve piyasaya satıldığı halde çok sayıda antidepresanın böylesi olumsuz bir niteliğe sahip olduğu ancak son zamanlarda ortaya çıkmıştı. Laroxil Smdaki antidepresanların hepsinde uzun kullanımlarda beyin kabuğunun erimesi (atrofi) gibi bir yan etki görülmekteydi.
Psikotrop ilaçlar 1960 yılları sonrasında geliştirilmiş ve şizofreni gibi ağır vakalarda kimi hasta için bir umut ışığı olarak görülmüştü. Bunun ardından daha hafif ruhsal rahatsızlıklarda kullanılan psikotropik ilaçlar geliştirilmişti. Türkiye’de de bugün çok sayıda insan sakinleştirici ilaç kullanıyor. Ancak psikiyatrların hepsi ilaç kullanımını desteklemiyor. Psikanalitik yaklaşıma sahip olan doktorlar hastayı konuşarak tedavi etmeyi yeğliyorlar ve ancak çok ağır vakalarda ilaca başvuruyorlar. Organikçi olarak bilinen bir grup ise psikolojik hastalıkların tedavisinde ağırlıklı olarak ilaç kullanıyor.
İnsan denekler. İlaç firmaları tarafından geliştirilen her kimyasal maddenin piyasaya sürülüp ilaç olarak kullanılabilmesi için önce laboratuvar deneyleriyle zehirli olup olmadığının saptanması, sonra hayvanlar üzerinde yapılan bir dizi deneyle yan etkilerinin belirlenmesi gerekiyor. Ancak kimyasal maddenin insan üstünde ne etki yapacağı hayvan deneyleriyle tam olarak saptanamıyor. Bu nedenle ilaç eczanelerde satılmaya başlamadan önce insanlar üzerinde de denenmesi zorunlu oluyor. Gelişmiş ülkelerde böylesi deneylere katılacak yurttaşlarının haklarını koruyacak çeşitli yasalar ve ulusal çapta örgütler var. Bu yasa ve örgütlerin varlığı gelişmiş ülkelerdeki ilaç şirketlerini oldukça zor durumda bırakıyor. Örneğin, ABD’deki bir ilaç şirketinin, ürettiği ilaç hammaddesini piyasaya çıkarabilmek için en az beş yıl beklemesi gerekiyor. Bu zaman zarfında yeni kimyasal maddeler ortaya çıkıyor. Ve ilaç şirketleri bir darboğazdan öbürüne sürükleniyor. Bu durumda endüstri kısmen doktorlardan, kısmen de az gelişmiş ülkelerde yasal boşluklardan yararlanarak insan denekler üzerinde yapılacak ilaç araştırmalarından medet umuyor.
Ancak insanların bilimsel araştırmalarda denek olarak kullanılması yalnızca ilaç endüstrisindeki kriz nedeniyle olmuyor. Araştırma bilimin kaçınılmaz bir parçası. Öte yandan, bilim adamları kimi zaman insanlık adına, kimi zaman da merak, bilimsel hırs ya da hükümetlerin baskısıyla, insanları kendi rızaları olmadan kobay olarak kullanabiliyorlar. örneğin Nazi Almanya’sında Dr. Schumann, Gra-feneck ve Sonnenstein gazlama kampındaki Yahudi ve diğer azınlıkların cinsiyet hormonları salgılayan bezeleri çıkartarak röntgen ışınlarının bunları kurutup kurutmadığını saptamaya çalışıyordu. Yine İkinci Dünya Savaşı sırasında Mançurya’yı işgal eden Japonlar tedavi edilmeyen açık bir yaranın kangrene dönüşme sürecini araştırıyordu. Deneylerden birinde, çok sayıda yaralı Çinli kazıklara bağlı olarak ölüme terk edilmiş ve Japon doktorlar kangren sürecini yakından izleyerek ayrıntılı raporlar yazmışlardı.
Daha yakın zamanlarda uygar bir Batılı ülkede geri zekalı çocuklara sarılık mikrobu enjekte edilerek, hastalığın kuluçka dönemi ve seyri hiçbir müdahale yapılmaksızın takip edilmişti. ABD’de, New York eyaletinin Staten Adası’nda Willowbrook Sorunlu Çocuk Bakımevi’nde yapılan bu araştırma, 1950’den başlayarak tam 20 yıl sürmüştü. New York Üniversitesi’nde Doktor Saul Krugman’ın yürüttüğü bu çalışma bütün incelikleriyle tıp dergilerinde basılmıştı.
Eski hatalar, yeni önlemler. Bu tür acı deneylerin günümüzde tekrarlanmaması için gelişmiş ülkeler sert önlemler alıyor. Geçmişten bugüne biriken hatalar yüzünden artık araştırma yönünde atılan her adım defalarca sorgulanıyor. Yeni kuşak araştırmacı doktorlara da derslerde en azından üç ilke adamakıllı benimsetiliyor:
• Deneklerinize araştırmadaki riskleri olduğundan az ve toplumsal yararlarını olduğundan çok göstermeyin.
• Deneye katılmadan önce iyice düşünmeleri için kendilerine birkaç gün fırsat tanıyın.
Mehmet ve Murat’ın HZİ Vakfı’nda sekiz yıl önce başlayan ve unutulmuş gibi görünen öyküsü bu araştırma ilkelerinin Türkiye’de pek geçerli olmadığını gösteriyor. Yasalar bu konuda gerekli yaptırımları getirse bile her araştırmacı bilim ve insan hakları arasında çıkabilecek çelişkiyi yeniden yaşamak zorunda. Çünkü araştırmacının sorumluluklarından sıyrılıp, sığınabileceği sihirli formüller yok. İnsanlar sonuçları bilinmeyen deneylerin nesnesi yapıldığı sürece kimse kendini güvencede hissedemez, hissetmemeli.
* * *
Babasını tanımayan çocuk
Nokta, HZİ Vakfı ilaç araştırmaları için denek sağlayanlardan Bahri Kaya ile görüştü. Bahri Kaya Nokta’nın bulduğu kobaylar Murat ve Mehmet'i vakfa götürmüş ve kendileriyle birlikte deneye katılacağını söylemişti. Ancak vakıfta yapılan check up sonunda Bahri'ye “gastrit” teşhisi konuyor ve deneye katılma “şansını” kaybediyordu. Bahri Kaya, vakıfta uzun yıllar görevli olan ve bugün HZİ'nin İdari ve Mali İşler Müdürlüğünü yapan Rahmi Kaya'nın oğluydu. Ama Bahri Kaya, her nedense, Rahmi Kaya'nın oğlu olduğunu Nokta’dan saklıyordu.
Nokta: HZİ Vakfı İdari ve Mali İşler Müdürü Rahmi Kaya’nın nesi oluyorsunuz?
Kaya: Rahmi Kaya? Bu isimde birini tanımıyorum.
Nokta: Siz Şişli Lisesi’nden arkadaşlarınız Mehmet ve Murat’ı HZİ Vakfı’na ilaç araştırmasına götürmüşsünüz. Ve o araştırma için her hafta bir ilaç almışlar.
Kaya: Evet, onları vakfa götürdüm ama ilaç almadılar. Onların katıldıkları anksiyeteye (endişe) ilişkin bir araştırmaydı. İlaçlarla hiçbir ilgisi yoktu.
Nokta: Fakat kendileri bize sekiz hafta boyunca her pazar vakıfta ilaç aldıklarını söylediler.
Kaya: Hayır. Sadece EEG’leri çekildi. Neden ilaç aldıklarını söylediler hiç anlamıyorum. Çünkü almadılar. Sağlıklı ama asabi gençler aranıyordu, o yüzden onları götürdüm. Ben kendim de katılacaktım ama midem rahatsız olduğu için katılamadım. Hatta sonradan mide ameliyatı oldum. Ama küçük kardeşim Yalçın bu araştırmalara katıldı.
Nokta: Kardeşiniz ilaç aldı mı?
Kaya: Hayır efendim, neden ilaç alsın? İlaç araştırması yapılmıyordu ki... Hiç kimse almadı ki, kardeşim alsın. Ama ben götürdüm, onlarla içeri girmedim, ben görmeden aldılarsa orasını bilemem.
Nokta: Vakfın ilaç araştırması için denek aradığını siz nereden biliyorsunuz? Sizin vakıfla ilişkiniz nedir?
Kaya: Benim vakıfta Erol Doğan adında bir arkadaşım çalışıyordu, ondan öğrendim. Elektro teknisyeni olarak çalışıyordu galiba.
Nokta: Erol Doğan hâlâ vakıfta görevli mi?
Kaya: Hayır. Kendisi şimdi askerde.
Nokta: Vakfın faaliyetleri konusunda ne biliyordunuz?
Kaya: Orada her türlü poliklinik muayenesi yapılıyordu. Merkezi Amerika’daydı. Burada araştırmalar yapılıyordu. Daha fazla bir şey bilmiyorum. HZİ neyin kısaltılmışı, onu bile bilmiyorum.
* * *
"Bizde insanın kıymeti yok"
Nokta, ilaç araştırmaları konusunda Psikiyatr Dr. Ergon Mengi'nin görüşünü aldı.
Nokta: Türkiye’de insan denekler üzerinde yapılan ilaç araştırmaları konusunda ne düşünüyorsunuz?
Mengi: Bizde insan hayatının maalesef kıymeti yok. Ben de Almanya’da ilaç araştırmaları yapıyordum, ama orada araştırma klinik içerisinde yapılıyordu. Yani ilaçlar dışarıdaki sağlıklılar değil, hastanede yatan hastalar üzerinde deneniyordu. Tüm tahliller yapıldıktan sonra ve klinikteki doktorların gözetimi altında yürütülüyordu araştırmalar. İlacı alan hasta baştan sona doktor denetimi altında bulunuyordu.
Nokta: Bugün Batılı ülkelerde yapılamayan araştırmaların Türkiye’de yapılmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Mengi: Biz istismar edilmiş oluyoruz. Orada yapılamayan deneylerin, bizde yapılması bunu gösteriyor.
Nokta: Bu çalışmaların klinikle değil Vakıf gibi bir kuruluşta yapılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Mengi: Bence araştırma yapılacaksa kliniklerde, doktor kontrolü altında yapılmalı. Vakıf gibi bir kuruluşta yapılmasını çok doğru bulmuyorum. Ama ben vakfa hiç gitmedim. Nasıl bir yer olduğunu bilmiyorum.
Nokta: Üniversitedeki bazı doktorlar başka yerde EEG makinesi olmadığı gerekçesiyle hastalarını HZİ Vakfı’na gönderiyorlar. Sizin de oraya hasta gönderdiğiniz oluyor mu?
Mengi: Bu soruyu pek anlayamadım. Çünkü İstanbul’da benim bildiğim otuza yakın EEG cihazı var. Ben bu nedenle bugüne kadar oraya hasta yollama gereği duymadım.
* * *
"Kobay var ya da yok diyemem"
Nokta, HZİ Vakfı için Sağlık Bankanlığı'nda hazırlanan rapor konusunda Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı Salih Çeyiz'le konuştu. Nokta muhabiri Çeyiz'i cuma namazını kılmak için indiği Bakanlık mescidinde buldu.
Nokta: Sayın Çeyiz, HZİ Vakfı’nın ilaç araştırmalarına katılan kobaylarla görüştünüz mü?
Çeyiz: Bu konuda bilgi vermeye yetkim yok.
Nokta: Hazırlanan raporun içeriği hakkında neler söyleyeceksiniz?
Çeyiz: Konu ortada, söyleyecek başka bir şey yok.
Nokta: Kobayları görmediğinizi söylüyorsunuz, öyle mi?
Çeyiz: Tahkikat safhasında olan bir şey için bilgi vermem mümkün değil. Zaten yetkim de yok.
Nokta: Peki ama, kobaylarla görüştünüz mü?
Çeyiz: Şahsen mi?
Nokta: Evet.
Çeyiz: Hayır görüşmedim.
Nokta: Varlar mı, yoklar mı diye bir şey söyleyebilir misiniz?
Çeyiz: Ben bilmem ki onu, tahkikat yapılıyor. Sizce iddia edilmektedir, biz konuyu tahkik ettiriyoruz. Bunun haricinde başka bir şey söylemem mümkün değil, Kobaylar var veya yok siz iddia ediyorsunuz, bakanlık müfettişleri inceliyor. Şu an var ya da yok demem mümkün değil.
Nokta: Raporu hazırlayan heyette kimler var?
Çeyiz: Heyette Dr. Necdet Özatalay, Dr. Necmettin Mızrak ve Eczacı Başmüfettiş Muammer Demir bulunuyor. Üç arkadaşımız görevli.
Nokta: Bu müfettişler neden Nokta’yla ilişkiye geçmediler?
Çeyiz: İcap ettiği takdirde geçeceklerdir, mutlaka geçeceklerdir. Görev yeri İstanbul’dur, orada bu görevdeler. Tahmin ediyorum icap ettiği takdirde mutlaka ilişkiye geçeceklerdir. Siz kendileriyle temas etmede her zaman serbestsiniz.
Nokta: İstanbul’da 1 günde hazırlanan rapor için ne diyeceksiniz?
Çeyiz: Hangi rapor? Böyle bir şey söz konusu değil.
Nokta: HZİ Vakfı için ne gibi yasal işlem yapılacak?
Çeyiz: Netice almadan, yasal işlem konusunda bir şey söylemek mümkün değil. Doğru değil aynı zamanda.
* * *
NOKTA'nın görüşü
HZİ Vakfı’nda yapılan araştırmalarla ilgili tartışmalar, ülkemizde de böyle bir komitenin kurulmasının zamanının geldiğini ortaya koymaktadır. Bekliyoruz.
Nokta’nın HZİ Vakfı’nda insan kobaylar üzerinde yapılan deneylerle ilgili yayını kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırdı.
Böylece Türk basını ve kamuoyu, dünyanın çeşitli ülkelerinde uzun süredir tartışılan hassas bir konuyu ülkemiz bağlamında tanımak ve tartışmak olanağını elde etti.
Daha önce söylediğimiz bir hususu tekrarlamakta yarar var: Biz ülkemizde tıbbi araştırma yapılmasına karşı değiliz. Ancak bu araştırmalarda, insana saygı gösterilmesi ilkesinden yola çıkan, çağdaş bilimsel ölçütlerin uygulanmasını kesin bir zorunluluk olarak görüyoruz.
Soruna bu açıdan baktığımızda, HZİ Vakfı’nın olumsuz tutumu devam ediyor: Vakıf’ta yapılan deneylere katılan kobaylardan bazıları ile konuştuk, bu konuda Vakfın da görüşünü almaya çalıştık. Ancak sorularımıza, telefonlarımıza cevap verilmedi. Aydınlatılmasını istediğimiz konuları aydınlatmaya, sorduğumuz soruları yanıtlamaya kimse yanaşmadı. Vakfı örten sis perdesi bir türlü dağılmıyor. Yeniden soruyoruz: Neden?
Yayınımız üzerine yetkililerin Vakıf'ta yapılan araştırmalarla ilgili olarak soruşturmaya başladığı haberleri basında yer aldı. Bu soruşturmalardan çıkan sonuçları bilmiyoruz. Ancak Türk tıp camiasında bu konuda yeni bir duyarlık uyandığını görmenin kıvancını burada belirtmek istiyoruz.
Şuna kuşku yok: Bundan sonra yapılacak deneylerde çağdaş bilimsel ölçütlere mutlaka uyulması gerekiyor. Nedir bu gerekler? Yayınımız üzerine basına bir açıklama yapan Türk Tabipler Birliği Genel Başkanı Nusret Fişek, Dünya Sağlık Örgütü’nün UNESCO ile birlikte kurduğu CIOMS örgütünün ölçütlerini şöyle sıralıyor:
1) İnsan üzerinde deneyi yapılmasının gerekliliği, 2) Deney planının geçerliliği, 3) Hayvanlar üzerindeki deneyler ile ilaç veya yöntemin zararsızlığının saptanmış olması, 4) İlaç veya yöntemin doğuracağı zarar, 5) Kişilerin rızasının hiçbir baskı ve maddi çıkar sağlamadan ve deney etraflı olarak anlatıldıktan sonra alınmış olması, 6) Araştırıcının bilimsel erki, 7) Araştırma yapılan yerin olanakları, 8) Yerel yetkili makamların izni.
Kuşkusuz, böylesine kapsamlı bir bilimsel incelemenin sağlık memurları tarafından yapılması beklenemez. Bunun için Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir ulusal komitenin kurulması gerekir. Bu türden araştırmaların yaygın olarak yapıldığı ülkelerde bu türden komiteler vardır. Tüm belgeler bu komiteye sunulmadan deneye başlanması söz konusu olamaz.
Yorumlar
Yorum Gönder